İngilizce Ögrenme Serüvenim
- Pınar Efe
- 31 Mar 2019
- 12 dakikada okunur
Öncelikle, İngilizce öğrenme serüvenimi anlatmadan önce, okuldaki İngilizce eğitimimizden bahsetmek istiyorum. Öğrencilerin okulda İngilizce öğrenemediğini belirtmek istiyorum. Herkes okuldaki İngilizce ile kimsenin konuşamadığını biliyor. Yani en azından genel olarak. İstisnalar tabiki olabilir. Çoğu kişi ya benim gibi kendi kendine çalışıyor ya da İngilizce kurslarına tonlarca para ödüyor. Okullarda genellikle çok basit kelimeleri ve dil bilgisi kurallarını öğretiyorlar. Benim İngilizce öğrenmeye başlayana kadar “th” gibi seslerin nasıl telaffuz edildiğine dair hiçbir fikrim yoktu. En önemliside, kimse bizi öğrenmeye teşvik etmiyor ve nasıl öğrenebileceğimizi öğretmiyor. Ama sanırım bazı şeyler değişmeye başladı ve İnşallah yeni nesil daha farklı olacak.
Yani ben İngilizce öğrenmeye başladığımda “be” fiilinin bile nasıl kullanıldığını hatırlamıyordum.
İngilizce öğrenmeyi hep istiyordum. Hep aklımdaydı. Hatta 6. sınıftayken sınıf arkadaşlarımdan biri bana İngilizce öğretmeni olmamı söylemişti. 6. sınıftayken İngilizce’yi seviyordum ama maalesef hikaye böyle devam etmiyor. 7. sınıftan sonra İngilizce’den nefret ettim. O zamanlar bu sıkıcı İngilizce dersleri ile gerçek İngilizce arasındaki farkı bilmiyordum. Lisedeyken daha da kötüleşti ve iyice nefret ettim. İngilizce derslerinde her zaman sıkılıyordum. Üniversiteye girdikten sonra, derslere başlamadan önce İngilizce muafiyet sınavına girdik. Bu sınava göre önümüzdeki 2 sene İngilizce dersi alacak ya da almayacaktık. Ben 2 dönemin sınavlarını geçtim ama 3. ve 4. dönemin sınavlarını geçemedim. Yani 3. dönem İngilizce dersleri almaya başladım ve çooooook sıkılıyordum. Hiç sevmiyordum. O derslere gitmek çok zor geliyordu. Ufacık bir diyalog bile kuramıyordum. Sonra 4. dönemin sonunda, İngilizce konuşamamak, anlayamamak beni rahatsız etmeye başladı. Öğrenmek istiyordum çünkü fotoğrafçı olmak ve seyahat etmek istiyordum. Bunun içinde fotoğrafçılığı daha iyi öğrenmek ve dünyanın heryerinden insanlarla iletişim kurabilmek için İngilizce öğrenmem şarttı. Bu beni rahatsız ediyordu fakat hiç bir şey yapmıyordum ta ki İngilizce öğretmeni Burak Öztürk’ün Facebookta reklamını görene kadar. İngilizce öğrenmedeki zorluklardan ve nasıl öğrenebileceğimizden bahsediyordu. Siteyi açtım ve mail listesine abone oldum. Sonra maillerini takip etmeye başladım.
Bu sitede bazı dersler falan da vardı. Başlangıçta bu videoları izliyordum ve konuşma korkusu, İngilizce öğrenme ve konuşma metotları, geleneksel yöntemlerden nasıl kurtulabiliriz gibi maillerini takip ediyordum. Yani İngilizce’ye bakış açım ve düşünce yapım değişmeye başladı. Bu mailler benim İngilizce öğrenmek için adım atmamı sağladı. Duolingo ve ona benzer dil öğrenme uygulamalarını indirdim. Okula gidip gelirken yolda birkaç şey öğreniyordum. Birgün, Burak Öztürk’ten bir mail aldım. İngilizce günlük konuşma temelleri kursu başlatıyordu başlangıç seviyesi için ve fiyatı gayet makuldü. Online bir kurstu ve bende almaya karar verdim. Metotunu çok sevdim ve bana çok şey kattı. Aynı zamanda, Youtube’da bazı anadili İngilizce olan öğretmenlerin kanallarını buldum. Onlarda İngilizce öğrenme konusunda harika tavsiyeler veriyorlardı. Yani aslında İngilizce öğrenme sürecimin neredeyse 6 ayını nasıl öğreneceğimi öğrenmek için harcadım ama aynı zamanda dinleme ve okuma pratiği yapıyordum çünkü bunları İngilizce yapıyordum. Videolarda tabiki anlamadığım bazı kısımlar vardı ama her şeyi anlamak zorunda olmadığım fikrine alışmaya başlıyordum.
İngilizce öğrenmek için tek bir yol var zannediyordum ve onu yaparsam İngilizce’yi öğreneceğimi sanıyordum. Ama hayır herkesin öğrenmek için kendine ait bir yolu var ve dil öğrenmek için kestirme bir yol yok. Çaba, enerji ve motivasyon gerektiriyor.
Tabiki dil öğrenmek için birçok ipucu ve tavsiye var. Ama şunu farkettim ki asıl önemli olan şey kendin için işe yarayanı bulmak ya da kendi metotunu yaratmak. Yani bende kendi yolumu bulmaya başladım. Benim için en büyük sorun çevremde pratik yapabileceğim kimsenin olmamasıydı. Bu yüzden konuşma pratiği yapabilmek için siteler ve uygulamalar aramaya başladım. Bu arada kendi kendimede konuşuyordum. Ama tabiki ilerlemek için yeterli değildi. Bazı siteler ve uygulamalar buldum ama hiçbiri işe yaramadı. Birçok insana mesaj gönderdim ama sadece az bir kısmı cevap verdi ve konuşmalar çok kısa sürüyordu, devamı gelmiyordu. Sadece “nasılsın?”, “nerelisin?”, “ne iş yapıyorsun?” şeklinde gidiyordu ve devamı gelmiyordu. Yinede bu sitelerden 3 tane muhteşem arkadaş buldum. Onlar ilk İngilizce konuştuğum insanlar. O zamanlar başlangıç seviyesinde olduğum için sadece bir mesajı anlamam aşağı yukarı yarım saatimi alıyordu. Birbirimize sesli mesajlarda gönderiyorduk. O mesajları anlamak için defalarca dinliyordum. Ve tabiki bir çok hata yapıyordum ama bu hatalardan çok şey öğreniyordum o zamanlar ne kadar bunu farketmesemde.
Bu arada, Belediyenin düzenlediği ücretsiz İngilizce kursu ilanını gördüm. İngilizce öğrenmeye çok hevesli olduğum için çok iyi bir fırsat olduğunu düşündüm ve başvurdum. Ve bu kursa gitmeye başladım. Kursta az kişi vardı bu benim için iyiydi çünkü kalabalık grupları sevmiyorum. Öğretmenimizi çok sevdim. Bütün her şeyin farkındaydı ve bize İngilizce öğretmeyeceğini, bize nasıl öğrenmemiz gerektiğini öğreteceğini söylüyordu. Bizim için rehber olacağını söylüyordu. Bize harika tavsiyeler veriyordu ve bizi daha çok konuşmamız için her zaman teşvik ediyordu. O zamanlar gerçekten konuşma korkum vardı ve bunu atlatmama çok katkısı oldu. Kursun süresi çok kısaydı bu yüzden maalesef yeterli değildi. Ama ben her zaman onun tavsiyelerine uydum. Kurs bittikten sonra gelecek dönem tekrar başlamasını dört gözle bekliyordum. Ve birkaç ay içinde kurs tekrar başladı. O zamanlar, kursta çok fazla uluslararası öğrenci vardı ve onları çok zor anlıyordum. Derste çok çok az konuşabiliyordum ve bu yüzden çok suçlu hissediyordum çünkü İngilizce seviyem kursta konuştuğumdan çok daha fazlaydı. Ama nedense sınıfta konuşurken takılıp kalıyordum ve aklıma hiçbir şey gelmiyordu. Çoğu zaman sırf bu endişeden dolayı söyleyeceklerimi unutuyordum. Yani belki aklıma bir şey gelseydi söyleyebilirdim ama anksiyete düşüncelerimi engelliyordu ve o anda hiçbir şey düşünemiyordum. Bütün o düşünceler dersten sonra geliyordu ve ah keşke bunu deseydim diyordum.
Neyse, konuşma hakkındaki başka bir düşüncem şuydu; konuşma becerimi geliştirmek için anadili İngilizce olan insanlarla konuşmam gerektiği gibi bir algım vardı. Ama bir gün Emma’nın videolarından birini izlerken, onun facebook grubunu buldum ve katılmaya karar verdim. Ne kaybederdim ki? Değil mi? Ve bu hayatımda aldığım en iyi kararlardan biriydi. Grubun adı “ladies who love to speak English”, yani grup sadece kadınlar içindi. Bu süperdi çünkü diğer sitelerin çoğu sonuç olarak flört sitesine dönüşmüştü. O zamanlar grup küçük bir gruptu. Sadece 1000 kişi falan vardı ve herkes tamamen aktif değildi. Bu yüzden sıkı fıkı bir gruptu. Emma bu grup için çok çok çok çaba sarfediyordu. Grubu çok özel yapan şeylerden bir taneside buydu. Grupta anne gibiydi. Her hafta bir konuşma görevi paylaşırdı. Bunlar hobiler, batıl inançlar, teknoloji gibi konulardı. Bizde bu gönderinin altına yorum yapıp, konuşmak için kişiler bulurduk. Emma grupta ücretsiz canlı derslerde yapıyordu. Gerçekten çok çok harika bir insan. Onun sayesinde hala iletişimde olduğum muhteşem arkadaşlar edindim. İngilizce konuşma hakkındaki hislerime gelince, aşırı heyecanlanıyordum. Konuşmaya çalışmak fikri gerçekten ürkütücüydü. Bazen karşımdaki kişiyi anlayamadığım zamanlar oldu ve o anlar benim için çok sinir bozucuydu. Ayrıca konuşurken çok rahat hissettiğim insanlarda vardı. Ne zaman onlarla konuşsam, motive oluyordum. Bence bir dili öğrenirken başlangıç seviyesindeyken ya da orta seviyenin biraz altındayken vazgeçmek çok kolay. Benimde gerçekten moralimin çok bozuk olduğu ve hevesimin azaldığı zamanlar oldu, ama her zaman bu arkadaşlarım beni motive etti. Onlarla konuşabiliyor, iletişim kurabiliyor olmak beni çok mutlu ediyordu. Brezilya’dan, İtalya’dan, Endonezya’dan insanlarla konuşuyordum. Hepimiz dünyanın ayrı yerlerindeydik ama internet bizi bir araya getiriyordu. Bunun verdiği his tarif edilemez. Bazılarıyla aynı seviyedeydik ve bir kelimeyi bulamayıp, sadece el kol hareketleri ile anlattığımız zamanlar oldu. Birbirimize bir çok kelime öğrettik. Yani esasen birlikte ilerledik ve birlikte öğrendik. Emma’nın bundaki payı çok büyük. Yol boyunca, hep bizi destekledi ve bize konuşma korkumuzu yenmek için bir çok ipucu verdi. Bizi hep motive etti. Yavaş yavaş ilerleme gösterdik. Önceden, online birileriyle tanışıp, özelliklede görüntülü konuşacağımı asla düşünmezdim bile. Ama Emma’nın sayesinde, bu harika deneyimi yaşadım. Yavaş yavaş İngilizcem hakkında özgüvenim gelişti. Grupta, çektiğim fotoğrafların bazılarını paylaşmaya, konuşmalarımın özetlerini paylaşmaya başladım. Gruptaki harika kadınlardan aldığım yorumlar beni hep çok mutlu etti ve motive etti. Bir grup hayal edin, dünyanın heryerinden bir çok açık fikirli, destekleyici insanlar İngilizcelerini geliştirmek ve birbiriyle paylaşımda bulunmak için bir araya geliyor. Yani bu grup gerçekten çok özeldi. Ayrıca bu grup benim düşünce yapımı tamamen değiştirdi. Şunu farkettim ki İngilizcemi geliştirmek için sadece anadili İngilizce olan insanlarla konuşmama gerek yoktu. Hatta belkide bu şekilde daha iyiydi çünkü dünyanın heryerinden bir çok farklı aksanlar duyuyordum. Ve bu güzel insanlarda İngilizce öğrenen insanlar olduğu için, birbirimizi çok iyi anlıyorduk.
Aynı zamanda, bir çok Youtube videoları ve podcastlar dinliyordum.
İnternet gerçekten muhteşem bir şey eğer nasıl etkili bir şekilde kullanacağını biliyorsan.
Sanırım bir çok İngilizce öğrenen kişinin sorunu genelde yeterince zamanlarının olmaması. Hepimiz her zaman yoğunuz. Ama aslında bu tamamen önceliklerimizle alakalı. Ben bu düşünce yapımı Youtube’daki öğretmenler, kursumdaki öğretmenim ve tabiki Emma sayesinde değiştirdim. Aslında gün boyunca bir çok boşa harcadığımız zaman var. Benim durumumda, üniversiteye giderken her gün 2 saatim yolda geçiyordu ve bende bu zamanı İngilizcem için en iyi şekilde kullanmaya çalıştım. Günde 10 dakika bile işe yarıyor çünkü her zaman az bile olsa bir şey yapmak hiçbir şey yapmamaktan iyidir. Belki gelişme yavaş oluyor ama hiçbir şey yapılmadığında ortada hiçbir gelişme olmuyor.
Günler aylar bu şekilde geçti. Ladies who love to speak English grubunda harika arkadaşlıklar kurdum ve Youtube’da videolar izlemeye, podcastlar dinlemeye devam ettim. Ve tabiki her zaman aynı değildi. Benimde inişlerim çıkışlarım oldu. Ama her geçen gün, ilerleme kaydettim ve yeni bir şey öğrendim.
Bir süre sonra, 23 Eylül 2017’de Emma grupta bir proje fikrini yayınladı. Aklında bir şey olduğunu söyledi ama detay vermedi. Eğer ilgileniyorsak, mailimizi bırakmamızı istedi. Ve ben tabiki mailimi bıraktım. Sonra bir gün, Emma’dan bir mesaj aldım; “Merhaba Pınar! Önümüzdeki birkaç hafta The Ladies’ Project’i test etmek için vaktin var mı? Bazı fikirleri test etmek için bana yardım eden kadınlardan oluşan küçük bir grubum var. Senin geri bildirimini ve tavsiyelerini gerçekten çok istiyorum, çünkü grubumuzun deneyimli üyelerinden birisin. Facebook grubunda olup, şuanda yapmakta olduğumuz site hakkında geri bildirim vermek dışında bir şey yapmana gerek yok. Eğer ilgilenirsen, beni haberdar et.”
Bu mesajı aldığımdaki duygularımı gerçekten anlatamam. Çok ama çok heyecanlıydım ve tabikide kesinlikle benim küçücük yardımımı sundum. Ve test grubuna girdim. Gruptaki videoları stajdayken bile izliyordum. Şu günü çok net bir şekilde hatırlıyorum Emma bana bir video gönderdi ve benden o ana kadar The Ladies’ Project’teki en iyi şey hakkında bir video çekmemi istedi. Aslında TLP İngilizce serüvenimin dışında ayrı bir serüven benim için ve en en özel parçası. İşte bu inanılmaz topluluk, proje ile bu şekilde tanıştım. Test grubunda, TLP için bir çok logoyu gözden geçirdik, konuşma görevlerini denedik ve siteyi test ettik. Emma’ya geri bildirim verdik ve fikirlerimizi paylaştık. Bir ay sonra test süreci bitti. Test süreci kasım ayındaydı ve bu süreçten sonra, aralık ve ocak ayı çok zor geçti. Bir ay içinde bile TLP’ye çok alışmıştım ve onsuz çok boş hissetmiştim. Ve biliyordumki başladığında üyelik ücretli olacaktı ve satın alıp alamayacağımdan emin değildim. Ben bunu düşünürken, Emma’dan bir mail aldım;
“Merhaba Pınar!
Görüşmeyeli uzun zaman oldu!
Biliyorum son birkaç haftadır sessiz kaldım - birlikte muhteşem TLP test ayımızdan sonra baya bir sessiz.
Her gün sizi hayatımda görmeyi özledim.
Courtney, Crystal, Shah ve ben TLP’yi hazır edip diğer kadınlarla paylaşmak için çok sıkı çalışıyoruz… Sanırım Ocak sonuna hazır olacak! Woohoo!
Ama bunu sizsiz yapamazdım ve sizin gayretiniz, enerjiniz ve desteğiniz için ne kadar minnettar olduğumu anlatmaya başlayamıyorum bile. Sizin ne kadar harika olduğunuzu gördüm ve sizin her zaman TLP’nin bir parçası olmanızı istiyorum. Sizin gibi kadınlar topluluğumuzu her zaman çok özel ve benzersiz kılıyor.
Bu yüzden, her şey için teşekkür olarak, size 12 aylık TLP üyeliği vermek istiyorum. 💝
Biliyorum ki 2018 hepimiz için harika bir yıl olacak… Ve başlamak için sabırsızlanıyorum.
Size ve ailelerinize müthiş bir yıl diliyorum. (ve pazar gecesi eğlenceli bir parti!) 🎉
En iyi dileklerimle,
Emma.”
Bu gerçekti!!!!! Emma bana ve diğer test grubu üyelerine 12 ay üyelik veriyordu. Bu hayatımda aldığım en inanılmaz haberlerden birisiydi. Mutluluktan havalara uçuyordum.
Ve sonunda şubatta TLP’nin başlama vakti geldi.
Bu muhteşem projeyi çok çok çok sevdim. Her gün gelişiyordum ve gelişimim çok hızlıydı. Bu yolculukta çok fazla sınırlarımın dışına çıktım. Emma benimle röportaj yapmayı teklif etti. Yani röportajdan çok sohbet gibi aslında. Ama aman Allahım, benim için gerçekten çok korkunçtu. Neredeyse imkansızdı çünkü TLP’de bir sürü kişinin izleyeceği canlı bir sohbetti. Ama bu muhteşem öğretmen, lider Emma’nın sayesinde yapabileceğime inandım.
Eğer Emma olmasaydı, sanırım bunu yapmazdım. Bence Emma lider olmak için doğmuş. İnsanları teşvik etmek için inanılmaz bir yeteneği olduğunu düşünüyorum, benim gibi introvert’ler (içedönükler) için bile. Ben bütün hayatım boyunca, introvert’leri teşvik etmeye çalışırken cesaretini kıran insanlar gördüm. Çünkü bir introvert’ü extrovert yapmaya çalışarak ona yardım edemezsiniz. Emma benim kişiliğimide, güçlü yanlarımıda keşfetmemi sağladı. Ve bunu beni yargılamayarak, kişiliğimi değiştirmeye çalışmayarak yaptı. Benim zayıflık olarak düşündüğüm yanlarımın aslında güçlü yanlarım olduğunu farketmemi sağladı. Bütün bu nedenlerden dolayı, ona ne kadar teşekkür etsem az. Röportaj yapmayı kabul ettim çünkü Emma beni teşvik etti, ve beni direk yapmaya zorlamadı, yani baskı kurmadı. Bana yolu gösterdi, elini uzattı ve benim adım atmam için bekledi. Bence bu çok özel bir yetenek.

Veee röportaj günü geldi. Çok heyecanlı ve gergindim. Röportaj boyunca Emma bana çok yardımcı oldu ve rahat hissetmemi sağladı. Türkiye’deki turizm ve benim fotoğraf tutkum hakkında konuştuk. Röportajdan sonra üstümden koca bir yük kalktı ve kendimle gurur duydum çünkü bu benim için çok büyük bir adımdı. Ve gerçekten bu röportaj özgüvenimi geliştirdi. Benim için dönüm noktası gibiydi. Birkaç ay sonra, Emma’ya kendi için bir röportaj yapılmasını önerdim çünkü bu muhteşem ötesi kadın hakkında çok az şey biliyorduk. Konumuzda “liderlikti” ve Emma bunun için en mükemmel kişiydi. Ve Emma röportajı onunla benim yapmak isteyip istemediğimi sordu. Bu sefer, daha çok özgüvenli bir şekilde kabul ettim. Emma’nın röportajı 2 saat sürdü. Ama çok çok daha fazla zamana ihtiyacımız vardı. Çünkü soracak daha bir sürü şey vardı. Harika geçti. Sonrasında Emma’nın röportajda söylediği her bir kelimeyi tek tek yazdım bir sitenin yardımıyla. Hala bazen okuyorum onun başarılarından ilham almak için.
TLP’de her şey çok güzel ilerliyor ve TLP’nin başından beri İngilizcem gerçekten çok gelişti.
İngilizce serüvenimin en başından beri tek emin olmadığım şey internetin dışında yüz yüze İngilizce konuşabilmekti. İnternetten farklı olacak gibi geliyordu. Çekincem buydu. Ayrıca sokakta, ailemin yanında falan İngilizce konuşmaya çekiniyordum.
Yani Temmuz 2018’e kadar, İngilizce kursum dışında kimseyle yüz yüze konuşmadım. O yılın başlarında Couchsurfing adında bir siteye üye oldum. Bu sitede gezginler başka insanların evine gidip kalıyor veya sen gidip başka insanların evinde kalabiliyorsun. Bu siteye üye oldum ama buraya kimsenin geleceğinide düşünmüyordum açıkçası, turistik bir yer olmadığı için. Ama yinede denemek istedim. Sonra bir gün Türk bir kızdan mesaj geldi ve bana Aiesec’le gelen yabancı arkadaşları ağırlamak isteyip istemediğimi sordu. Aiesec hakkında pek bir bilgim yoktu ama adını duymuştum. Böyle şeyleri çok sevdiğim için hemen aileme sordum ve onlarda kabul ettiler ve bu kıza numaramı verdim. Şubat 2018’de, beni aradı ve Çinli bir kıza, normalde kaldığı ev sahibinin cenazesi olduğu için bir gecelik ev aradıklarını söyledi. Bende kabul ettim. Çok kısa bir zamandı ama yinede çok güzeldi. İlk defa birisiyle yüz yüze İngilizce konuşmuştum ve ailemin önünde konuşmuştum. Gerçekten benim için çok zordu ama küçük bir adımdı. Çok kısa bir zaman olduğu için, hala yüz yüze konuşma konusunda şüphelerim vardı. Bir kaç ay sonra, Haziran’ın sonunda, bu kız beni yine aradı ve 5 hafta birisini ağırlamak ister miyim sordu. Bende aileme sordum ve onlarda benim ne kadar hevesli olduğumu bildikleri ve bana güvendikleri için kabul ettiler. Hindistan’dan birinin geleceğini öğrendiğim zaman çok mutlu oldum. Çünkü Hint kültürüne karşı çok meraklıyım. Ve Riddhi geldi. Benim için ailemin yanında İngilizce konuşmak gerçekten çok zordu ama sınırlarımın dışına çıkmak için çok iyi bir fırsattı. Sonrasında bu duruma baya alıştım. Heryerde onunla İngilizce konuştum (çünkü mecburdum), sokakta, otobüste. İnsanlar bize bakıyordu çünkü çok alışık oldukları bir şey değil. Bende bir introvert olarak asla dikkatleri üzerime çekmeyi sevmeyen birisiyim ama bunada alıştım sonuçta.
Başta konuşurken en zorlandığım şey günlük şeylerdi, mutfaktaki eşyalar, yemekleri anlatmak gibi. Ve çeviri yapmak gerçekten çok zordu. Annemlere dönüyordum İngilizce konuşuyordum. Riddhi’ye dönüyordum Türkçe konuşuyordum. Kafam çok karışıyordu. Ama bunada alıştım. Riddhi 5 hafta bizle kaldı ve çok inanıyorum ki bu 5 hafta benim 6 aylık İngilizce serüvenime eşitti. Bu süreçte çok çok geliştim. Bir kere ilk olarak İngilizcem hakkındaki özgüvenim gelişti. Bundan önce “birazcık İngilizce konuşabiliyorum” derdim. Ama bir etkinlikte bir tane kıza “İngilizce konuşabiliyorum” dedikten sonra özgüvenimdeki değişimi farkettim.
Ben bütün bunları yaparken, aynı zaman çok önemli bir sınava hazırlanıyordum. Sanırım İngilizce bana hedeflerimi ertelememeyi öğretti. Bende mükemmel zaman için beklemedim. Kendi zamanımı kendim oluşturdum.
İngilizce aracılığıyla, aynı zamanda kişiliğimide keşfettim. Hayatım boyunca, hep utangaç olduğum söylendi ama onlarında benimde farketmediğim bir şey vardı ki bu, sessiz olmanın utangaç olmak anlamına gelmediğiydi. Ben içedönük biriyim ve bu bir kişilik bozukluğu değil, kişilik özelliği. Bu İngilizce aracılığıyla öğrendiğim en önemli şeylerden birisi. Şimdi bunun hakkında daha çok yazılar okuyabiliyorum ve kendi kişiliğimi daha çok keşfediyorum. İçedönük bir kişi enerjisini yalnız kalarak toplayan, ve sosyal etkinlikler gibi çok fazla uyarıcı ortamlarda enerji kaybeden kişi. Ama bunun tanımı çok daha geniş tabiki. Bu benim bunun hakkında okuduğum ilk yazı. Ve gerçekten çok şaşırmıştım ve etkilenmiştim çünkü tam olarak beni açıklıyordu.
Tabiki çekingen olduğum durumlarda var ve ben bunun farkındayım. Ama içedönük olmak bundan farklı bir şey. Ve bana utangaç olduğumu söylemek beni daha az utangaç yapmıyor. Sanırım ben utangaçtan çok içedönük bir kişiyim. Introvert olmaktan mutluyum. Kişiliğimin güçlü yanlarını keşfediyorum ve İngilizce bunun için en önemli araç.
Hala The Ladies’ Project’in bir üyesiyim ve bu topluluk benim için bir aile gibi. Onu çok çok seviyorum. Her geçen gün, bu toplulukta aramızdaki bağ daha da güçleniyor. Şuan TLP’de, uzun bir süredir parçası olduğum ve her zaman yardım etmeye açık olduğum anlamına gelen “big sister” oldum.
Ve ayrıca şuan ben bunu yazarken, Çin’li misafirimin evimizde son günü. 4 haftadır bizimle kalıyor. Oda Aiesec ile geldi.
Bu seferki deneyimim çok farklı geçen seferden. Her şeyden önce, İngilizce’de çok daha özgüvenliyim artık. Dil bilgisini, kelimeleri konuşurken düşünmüyorum. Daha çok kendiliğinden aklıma geliyorlar. Kendimi daha iyi ifade edebiliyorum. Hala tam olarak akıcı bir şekilde konuşabildiğimi düşünmüyorum ama akıcılığa çok yakın olduğumu düşünüyorum.
Lisa’dan çok şey öğrendim ve harika bir deneyim oldu. Onu misafir ettiğim için çok mutluyum. Benim hayalim seyahat fotoğrafçısı olmak ve dünyanın heryerine gidip farklı kültürler, diller öğrenmek, ama daha gidecek çok yolum var.
Bu yüzden şu anki felsefem “eğer ben dünyayı görmeye gidemiyorsam, dünyayı kendime getireceğim”.
Ve şimdiye kadar çoktan online arkadaşlarım ve misafirlerim ile ülkelerimiz arasında bir çok köprü kurduk, Çin, Hindistan, İtalya, Amerika, Katar, Endonezya, Rusya, Mısır, Brezilya, Şili, Meksika, Arjantin, Avustralya, Güney Kore, Litvanya, Cezayir, İzlanda, Bulgaristan.

Şimdi diyorum ki keşke bunu en başından beri yazsaydım. Çünkü çoktan bazı şeyleri unutmaya başladım. Mesela o zamanlar tam olarak ne hissettiğimi. Bu yüzden, daha da geç olmadan ve her şeyi unutmadan yazmak istedim. Benim için hala sürmekte olan bir yolculuk bu. Gerçekten çok keyif aldığım bir yolculuk, başta sadece çat pat konuşabilsem yeter diye başladığım ama şimdi çok farklı bir bakış açısıyla baktığım, çok sevdiğim bir yolculuk. Şimdi İspanyolca öğrenmeye başladım. Ve İnşallah aynı motivasyon ve enerjiyi onun içinde bulurum. Ve İnşallah ilerde çok daha iyi İngilizce konuşabilirim. Bir video izledim, şöyle bir alıntı gördüm ve çok sevdim.
“The journey is the destination.”
“El camino es el destino.”

Comments